Ben daha çok küçükken anam, atam ve iki ağam ile birlikte daha güzel bir hayatımız olsun diye yola çıktık. Bir akşam gelip bir çayın yanında konakladık. Ama bilmiyorduk…” kız durdu ve bir yudum su içti. Ne kadar zaman geçerse geçsin her ne yaşadıysa acısı hala yakıyordu.
“Ağalarımdan biri orman içine odun bulmaya gitti. Ateş için ihtiyacımız vardı ve ikisi sırayla bu işi yaparlardı. Anam ve ben yemek için hazırlık yapıyorduk. Atam ve diğer ağam ise atların arkasındaki mal varlığımızın tamamını oluşturan yüklükten ihtiyacımız olan eşyaları indiriyorlardı. Büyük ağam elinde odunlarla geldi. Onda bir değişiklik olduğunu fark etmemiştik. Açıkçası dikkat bile etmemiştik. Odunları bırakıp küçük ağamı yanına çağırdı. Atam odunları alıp çaya yakın bir yerde yakmak için hazırlıklara başladı. Orman içinden bir kahkaha duyduk. Atam ateşi yakmıştı. Anama bir bakış atıp hemen ormana daldı. O çocuk halimle neler olduğunu anlamamıştım elbette. Nereden bilebilirdik, konakladığımız yer aslında bir Hırtık’ın mekânıymış. Orada durunca kızmış. Bize söylemesi yeterliydi. Hemen gidebilirdik. Anam hemen ateşi güçlendirdi. Ateşin başından ne olursa olsun kalkmamamı söyledi. Sesi hala kulaklarımdadır. Korkuyla oturdum. Anamın elinde az önce yemek için kullandığımız bıçak vardı. Soğuk su o narin ellerini kıpkırmızı yapmıştı. Her ne kadar engel olmak istese de ellerinin korku ile titrediğini görebiliyordum.
Sonra bir kahkaha daha duyduk orman içinden ve babam ağaçların arasından çıktı. Bir terslik vardı ama ne diye düşünürken anam atamdan beni korumak ister gibi önüme geçti. Sakın kalkma dedi bir daha. ‘Anlıyor musun? Sakın bu ateşin başından kalkma’ dedi tekrar. Konuşamadım. Kafamı salladım. Ama o bana bakmıyordu. Atamı görmek için başımı eğip anamın yanından baktığımda önce kıllı ters dönmüş keçi bacaklarını gördüm. Vücudunun üst kısmı kıllar içindeydi. Kulakları uzun ve sivri gözleri kızıl alev gibi yanıyordu. Tırnakları uzundu, tıpkı bir bıçak gibi keskindiler. Gülümsedi. Gülümsemesinden tiksindim, koktum. Çay Hırtığı meğer şekil değiştirebiliyormuş. Yavaş yavaş yürürken önce büyük ağamın sonra küçüğünün şekline büründü. Sonra ise atamın. Bir çığlık attım ama sesim gitmişti.
Anam öfke ile ve beni koruma duygusu ile öne atıldı. Hırtık, anamın bıçak tutan elini yakaladı ve yavaş yavaş çaya götürdü. Suyun içine fırlattı. Kafasını suya sokup bastırdı. Anamı gözlerimin önünde boğdu. Sudan çıktı. Gülümsüyordu. Beni yanına çağırdı. Kılıktan kılığa girip her seferinde çağrısını yeniledi. Ama anam ateşin başından kalkma demişti. Kalkmadım. Kalkamadım. Dilim gibi bacaklarımda tutulmuştu.
Sonra arkamda bir ışık belirdi. ‘Git buradan Cin. Çocuk artık benim korumamda’ diyen bir ses duydum. Kafamı çevirip bakamadım. Yanıma bir çift ayak geldi. Elindeki asayı hızla ateşin önüne sapladı. Işığın kaynağı asanın kendisiydi. Arkasını dönüp kaçarken yaratığın kafasının ardında da bir çift kızıl göz olduğunu gördüm. Giderken hala bana bakıyordu. Sesini duyduğum adam yanıma çöktü. Saçımı okşadı. ‘Her şey geçti kızım’ dedi. Sesi o kadar rahatlatıcıydı ki başımı çevirip ona bakabildim. İlk o zaman Gezer Dedeyi gördüm. ‘Buraya gel’ dedi. Kalkamadım. Anam ateşin başından ayrılma demişti. Beni nazikçe oturduğum yerden aldı. Kendisi de yere oturdu. Kucağına oturdum. Kafamı omuzlarına gömdüm. O saçımı okşadı. ‘Her şey geçti kızım’ dedi yine. ‘artık benim korumamdasın’ sanki benim anlamam için tekrar edip duruyordu.
Adının Gezer Dede olduğunu sonra öğrendim. O kadar yaşlı birinin o cini nasıl korkutup kaçırdığını hep merak ettim.
O geceden sonra yanından hiç ayrılmadım.”