Asya, kardeşini alıp bir sandalyeye oturttu. Dila ise ona bir bardak su getirdi. Suyu alıp bir dikişte bitirdi.
“Kâbuslar mı oğul?” dedi Dede en sonunda.
“Gördüğüm şey kâbus değildi dede. Uyumadığım halde gördüğüm rüyalara benziyordu. Seni gördüğüm ya da Dağhan’ı, Dila’yı ya da İlbey’i gördüğüm rüyalar gibiydi. Yani gerçekti dede, gerçekti. O rüyalardan sonra seni ve diğerlerini buldum değil mi? Hepsini alıp buraya getirmedim mi?”
“Tamam oğul tamam. Önce sakin ol ve ne gördüğünü anlat olur mu?”
Asya kardeşinin yanındaki sandalyeye oturmuş onun kafasını okşarken “Neler oluyor Aybars, anlat bana, anlat bize kardeşim” dedi.
“İlbey öldü” dedi. Sondan başlamıştı.
“Ne, yok artık, İlbey öldü mü?” üç ağızdan ayı anda üç farklı şaşkınlık ifadesi çıkmıştı. Dede sessizce Aybars’a bakmaya devam ediyordu.
“Sabah Boğaziçi Köprüsünde öldürüldü o” diye devam etti.
Dila ve Dağhan çoktan telefonlarına sarılmış ve internetten sabah ki haberlere bakmaya başlamışlardı. “Neler oluyor dede?” diye sordu Aybars sessizce karşısında duran adama. “Neler oluyor dede? Ben seni neden buldum? Diğerlerini neden buraya getirdim? Biz buraya neden geldik dede? Aylar önce sen sanki her şey güzel bir tesadüfmüş gibi davrandın ve bizi buraya davet ettin. Ama sana gelmemiz şans değildi, değil mi? Ne olur bir şeyler söyle? ”
Çocuk Gezer Ataya sorular sormaya devam edecekti, ancak Dila’nın kısa kesilen bir çığlığı ile soruları yarım kaldı. Gözler ona dönse de “Hayır olamaz” demekten başka bir şey söyleyemedi.
Dağhan da haberi bulmuştu. Okumaya başladı: “Sabah erken saatlerde Boğaziçi Köprüsünde gerçekleşen trafik kazasında Araştırmacı Gazetesi İlbey Bulut hayatını kaybetmiştir.” Gözleri ile alt kattaki herkese baktı. Heyecandan ve telaştan nefes almadığını fark etti. Derin bir nefes alarak devam etti. “İlbey Bulut, henüz sebebi hakkında araştırmalar devam etmekle birlikte, yaya olarak köprü trafiğine çıkınca, karşı yönden gelen kamyonun kendisine çarpması ile olay yerinde hayatını kaybetmiştir. Araç şoförünün ifadesine göre ise; İlbey Bulut yolda aniden ortaya çıkmıştır.”
“Kaza o şekilde olmadı değil mi?” Gezer Dede soruyu Aybars’a sormuştu. Çocuk kafasını hayır manasında sağa sola sallamakla yetindi.
“Nasıl oldu?”
Aybars, İlbey’in ölümünü ve sonrasında bedeninden çıkan ruhun yakalanarak yutulmasına kadar ki tüm detayı herkese bir solukta anlattı.
“O kim dede? Köprüdeki atlı kim” soruyu soran Asya idi.
Gezer Dedenin cevaplamasına fırsat vermeden Aybars konuştu “O Deli Dumruldu. Deli Dumrul yaşıyor.” Kardeşine korku dolu gözlerle baktı. Sonra gözleri dedeye kaydı “O Deli Dumrul’du değil mi dede?”
“Yok artık, daha neler” diyerek sırıttı Dağhan. Sırıtışı mecburiyettendi. Hani bir şeyin içten içe gerçek olduğunu bilirsiniz ama korkunuzdan olmamasını dilersiniz de alaylı bir şekilde bunu inkar ederek karşınızdakilerin de o şeyin gerçek olmadığına inanmalarını istersiniz ya. İşte sırıtışı bundandı.
“Anlatılan hikayeler her zaman hayal ürünü olmak zorunda değil Dağhan. Sizlere anlattığım her hikayenin en başında ne diyorum, hatırlıyor musun?”
“Elbette hatırlıyorum dede. ‘Bugün burada size bir hikaye anlatacağım. Benzerlerini daha önce de duyduğunuz bir hikaye. Ama gerçek olanı. Sizin duymuş olduklarınız çağlar önce değişti, değiştirildi…’ dersin”
“Sizce masallarda anlatılan devler, periler, cinler gerçek değil mi? Peki UluAtlar? Ya, Şahmarana ne dersiniz?
“Yapma Dede” diye konuşmaya başlayan Dilaydı. Hadi ama Devler mi? Cinler, periler mi? Ne yani devler…” konuşmasını dedenin gözlerinin içine baktığında sonlandırdı.
“Hepsi gerçek öyle mi?” dedi Asya
“Evet, bunların hepsi gerçektir çocuklar.” dedi Dede.
“Peki neredeler dede?” Dila ve Dağhan aynı anda sormuşlardı.
“ Her yerdeler çocuklar her yerde. Ama ne onlar herkese gözükür ne de sizler onları görebilirsiniz”
“Siz derken ne demek istedin dede? Ne yani sen görebiliyor musun?”
Sessizlik Aybars’ın sorusunun net cevabıydı.
“Hadi lütfen oturun. Bugün anlatmaya başladığım masala sonra döneceğim. Çünkü o hikayenin gerçek olanını bilmeniz çok ama çok önemli. Çocukluğunuzdan beri hep yanlış ve çarptırılarak değiştirilmişini dinlediniz.”
“ Eski zamanlarda insanlar buraları ile görmezlerdi, buraları ile bakarlardı çocuklar” diyerek önce işaret parmağı ile kafasını göstermiş sonra ise kabini göstermişti.
“Görmek için beyin yeterlidir; ancak bakmak için kalp gerekir. Bakabildiğin zaman ise artık gölge yoktur ya da karanlık; yalan ya da sahtecilik yoktur.”
“Tıpkı senin bizlere her seferinde baktığın gibi değil mi?”
“Evet kızım” diye cevap verdi dede Asya’nın sorduğu soruya cevap olarak.
“Her şey kalp ile başlar, güç kalptedir.”
“Dede, ben anlamıyorum. Bu anlattıklarının İlbey ile ne alakası var?”
“Anlattıklarımın hepsinin İlbey ile alakası var Dila. Çünkü o kalbi ile bakmayı öğrendi. Öğrendiğinde keşfettiği bir gerçeği tüm dünya ile paylaşmak istedi.”
“Deli Dumrul” dedi Aybars.
“Evet, onun yaşadığını ve yaptıklarını göstermek için çabaladıkça Deli engel olmak istedi. İlbey ise inatçıydı. Reddetti. Ve bugünkü kaza oldu.”
“Onun öldüğünü sen daha biz buraya gelmeden önce biliyordun” dedi şaşkınlıkla Asya.
Sessizlik.
“ Bugün Deli Dumrul’un hikayesini anlatman da tesadüf değildi, değil mi?” bu soruyu soran da Asya idi.
Yine sessizlik.
(devamını okumak için lütfen tıklayınız)