O Yaşıyor…. 8. Bölüm

“O Tamağın efendisine söz verdi çocuklar” diyordu o sırada Gezer Ata. Anlamaz gözlerle bakan çocuklara “Ben en iyisi Deli Dumrul’un gerçek hikâyesini size anlatmaya devam edeyim. Ne demek istediğimi anlayacaksınız” dedi. Ardından Aybars!a bakarak “Sen geldiğin sırada onun gerçeğini anlatmaya başlamıştım. Zaten asıl önemli kısma gelmiştik.” dedi. İkiz kardeşine dönerek “Asya sen de ona gerekli gördüğün yerleri sonra anlatırsın.”

“Peki dede” dedi Asya.

Gezer Ata kaldığı yerden devam etti.

*

Öldürülen her bedene ait ruh her gün Erlik Han’a adanıyordu. Bir ya da beş fark etmiyordu Deli için; kimini Küçük Kardeş dediği kılıcı ile kimini Büyük Kardeş dediği Mızrağı ile ama hepsini öldürüyordu. Büyük bir savaşçıydı Dumrul ama yiğit değildi. Gözünü kırpmadan öldürüyordu. Aman dileyeni de öldürüyordu, kılıcını çekip ona saldıranı da; kesesini hemen vereni de kesip doğruyordu, ondan kaçmaya çalışanı da. En kötüsü ise kadın çocuk yaşlı demeden öldürüyordu Deli. Çılgınlığının sınırı yoktu.

Ama Balca’nın yanında değişiyordu. Onun yanındayken gözlerinde sevgi vardı, taşlaşmış yüreği yumuşuyor ve heyecan ile atıyordu, aşk sözleri ağzından çıkıveriyor karşısındakinin kalbini delip geçiyordu. Bambaşka biri olup çıkıyordu. Sanki az önce köprüde duran adam o değildi.

Balca’nın yanından ayrıldığında ise yaşlı anasının ve babasının yanına gidiyordu. Hayırlı bir evlattı onların gözünde. Bir dediklerini iki etmiyordu. Sabah için gerekli odunları akşamdan keser evin yanına yığardı, akan çatıyı onarır, ağır eşyaları onlara taşıtmaz hep kendi taşırdı. Sabah erkenden kalkar babasına tarla da yardım ederdi.

Akşam birlikte yer sofrasında yemek yerlerken Anası her seferinde Balca’yı alıp eve getirmesini söyler, gidip ailesi ile tanışmak isterdi. Ama o bir türlü razı gelmezdi buna. “Henüz erken Ana” der konuyu kapatırdı.

Sonra Karagözlüm’e bindiği gibi giderdi. Bıraktığı yerden silahlarını alır, kuşanırdı ve sonra doğruca Tahta Köprünün başına geçerdi. Keser doğrar ama kendisinin kılına bile zarar gelmezdi.

Bir gün olan oldu. ‘Çok ses etme karanlığa, duyan olur duyup da gelen olur’ sözü yerine geldi. Dumrul’u uzaktan gözleyen Aldaçı Han köprünün başına geliverdi. Tanımadı Dumrul Ölüm Tanrısını. “Köprüden geçmek istersen kesendekilerin yarısını, buradan geçmek istemezsen kesenin hepsini alırım” dedi ağzında alaycı bir gülümseme ile. Zira Aldaçı Han kılık değiştirmiş ve Dumrul’un karşısına ihtiyar bir adam gibi çıkmıştı.

“Ben de ne olur oğul, bırak da geçeyim.”

Dumrul Büyük Kardeşi eyerinin sağındaki yerine takıp atından indi. Yaşlı adam üzerine gelen savaşçıdan korkmuş gibi yaparak geri geri gitmeye başladı. “Ne olur beni öldürme oğul. Şunun şurasında göreceğim kaç kış kaldı zaten. Bırak elini mundar etme benim için.”

Adamı yakasından sol eli ile tutup kaldırınca ayakları yerden kesildi. Sağ eli ile de üstünü aramaya başladı. “Nerede şu kesen, söyle bakalım ihtiyar?” diye sordu. Adamın yakasından tutup kaldırmıştı ve üstünü arıyordu. O nedenle de bakışlarının değiştiğini görmemişti. Tıpkı yüzüne dokunan ama hiç yakışmayan gülümseme gibi.

“Nerede şu kahrolasıca kesen…” derken yaşlı adamın yüzüne bakınca sözü yarım kaldı.

“Ben de kese falan yok Dumrul”

Şaşırdı. “Adımı nereden biliyorsun ihtiyar” derken Aldaçı Han değişmeye başladı. Sol eli ile Dumrul’un sol bileğini tuttu. Yakasından tutan elin bileğini sıkıp acı ile onu bırakmasını sağladıktan sonra ise sıkmaya devam etti.

“Beni bırakmalıydın Dumrul” dedi acı çeken savaşçıya. “Gerçi değişen bir şey olmazdı. Ama en azından canın acımazdı.” Dumrul sağ eli ile Ölüm Tanrısına bir yumruk atmak istese de tanrı boştaki elinin tersi ile onun yüzüne bir tokat attı. Dengesini kaybeden Dumrul dizlerinin üzerine çöktü. Ölüm Tanrısı bir adım ilerleyerek sol eli ile Dumrul’un yakasına yapışıp onu havaya kaldırdı. Pis bir örtüyü silkeler gibi onu hava da sarstı “Nasıl oluyormuş bakalım” dedi gülerek. Sonra yavaşça kendi yüz hizasına getirdi. Dumrul ne yaptıysa kurtulamıyordu. Nefesi kesilmişti. Bir an önce kurtulamaz ise ölüp gidecekti. Son bir gayret ile çırpındı ama olmadı. Gözleri kararıp karanlığın içinde yitip giderken duyduğu son şey Aldaçı Hanın kulağına fısıldadıklarıydı:

“Erlik Han adadığın ölümleri kabul etti. Bu adaklarına teşekkür etmek istiyor…” Bekledi “Şahsen”

(devamını okumak için lütfen tıklayınız)