Çarşamba

Uludağ’ın eteklerinden bir çınar yaprağı havalandı, yükseldikçe yükseldi. Mudanya taraflarından denizi görünce oraya doğru gitmek istedi Rüzgârın yönü değişince Heykel’e dönmek zorunda kaldı. Biraz zorlasa belki Ulu Camii’nin avlusu… Mudanya deniz kıyısı kadar olmasa da yine de fena sayılmaz. Ama Çarşamba üstünde aşağı doğru süzülmeye başladı.

Hayallerini gerçekleştiremeyen tüm çınar yapraklarının toplanma yeridir sanki Çarşamba’daki Arap Parkı. Burada toplanır, burada üzüntüden kuruyup yok olup giderler.

Akşam oldu. Kapı önüne oturdum. Bekliyorum seni her akşam beklediğim gibi. Düşüncelerim havalandı yine Uludağ’ın eteklerinden, dönüp duruyor Bursa’nın üstünde.

Bugün sanki hava daha serince. Güneş girmiyor ya evin içine, anlamıyoruz içerideyken hava nasıl. Zaten evlerde ışıkların bütün gün açık olmasının sebebi de bu değil mi? İçim kararıyor valla. Lamba yeterli olur mu hiç iç aydınlanması için.

Karanlık ve rutubetlidir bizim sokak. Kuruyan çınar yapraklarına inat ıslaktır evlerin içi. Kemiklerinizi üşütür burası.

Tek hayalimiz, şu sokağın başından şöyle bir sağa dönsem de caddeye çıksamdır. Güneş girmiyor ya hayal de kuramıyoruz sanki. Güneşli evlerde daha güzel hayaller kuruluyor mudur acaba?  

Tüm hayalsizler toplanmışız bu sokakta birbirimizi eğleriz.

Seslerimiz birbirine karışır. Hiç özelimiz yoktur burada. Herkes yan apartmanında ne konuşulur bilir. Kaç kere Fadime Teyzeye televizyonun sesini kıs dedik bilmiyorum. Aynı diziyi biz de izliyoruz. Kısın azıcık işte.

Yine nasıl da geliyor ses. Arka Sokaklar’ı izliyor. Buradan daha güzel arka sokak mı var. “Fadime Teyze, kıs şu televizyonun sesini!” Duymadı kesin. Nasıl duysun ki, ben burada kendi kendimle konuşurken bile neredeyse bağıracağım. 

Yattığınız odanın karşısı oturma odasıysa bittiniz demektir. Çay karıştırma sesinden uyuyamazsınız. Bizim Hale’nin odası öyle. Karşı komşusu Hülya teyzelere Almanya’dan kardeşi geldiğinde bir ay boyunca tüm gece sabaha kadar sesten uyuyamaz kız. Allah’tan benim odada pencere yok. Penceresizliğe özendirirler işte böyle Çarşamba’da.

Yan apartmandaki komşunuz siz evinizde konuşurken „kız hayır o öyle değil. Bizim ki geçen anlatmıştı…“ diye camdan size laf yetiştirebilir. Daha dün gördüm üçüncü katta ki Ayla Abla, Emine Teyzeye yoğurt mayalayabilmesi için bir bardak yoğurt uzattı. Biri bir apartmanda diğeri bir başka.

Bir de bizim gibi giriş katta oturuyorsanız karanlıktan da büyük dertleriniz var demektir. Bugün salonda oturuyorum, perde aralandı birden „annen yok mu?”   

„Yok”

“Nerede?”

“Malikanemizin bir yerinde olsa gerek. Uşağa sesleneyim de hemen bulsun. Cordel, Cordel hemen annemi bul. Çarşamba sosyetesinden Malatyalı Emine Teyze ile Laz Emine Teyze gelmişler de.”

“Densiz…”  

Onlar gitti sonra odama annem geldi. “Sen Emine Teyzenlere küfür mü ettin?”

“Yo, o da nereden çıktı?”

“Az önce Kordel Mordel bir şeyler demişsin… Bak yırtarım o ağzını senin.”

“Tamam anne tamam, çıkarken odanın kapısını kapat. Cereyan yapıyor.”

“Ne cereyanı be. Odan da pencere mi var senin? Bak yaşına başına bakmam kırarım bacaklarını.”   

Akşamları çıkarım otururum kapı önüne. Görünürde hiç bir şey yapmam. Gelen giden hayalsizlerle konuşurum.

Evde kalmışım da, gelen görücülere neden olumlu dönmüyor muşumda, en sonuncusu mühendismiş de, ondan öncekinin de berber dükkânı varmışta. Annem de onlara uyar, yer başımın etini. Geçenlerde bir resim görmüştüm. Afrika’da küçük bir çocuk ölmek üzere başında da bir akbaba var. Ölmesini bekliyor çocuğun. Çocuk gerçekten daha sonra ölmüş. O fotoğrafı çeken fotoğrafçı da neden o çocuğa yardım etmedim ki diye intihar etmiş sonrasında. Kendimi o çocuk gibi hissediyorum bazen. Ama etlerim çoktan didilmeye başlamış gibi.

Al işte avuçlarında çekirdek yine geliyorlar. Sanki film izleyecekler. Benim güneşsiz geçen hayatımın filmini. Sonu bunların ki gibi bitmese bari. Bizim evin kapısı da kapandı. Annemde gelir şimdi. Bence evden çıkmadan önce bunlar kesin birbirlerini arıyorlar. Yoksa bu kadar tesadüf çok fazla.

Allahtan babam var. Aslan babam. Tüm akbabaları kovalıyor başımdan. Annem de dahil. “Elleşmeyin prensesime. Babasının evinde kalıyor, kimseyi ilgilendirmez” dedi mi konu kapanıyor. Anneme de komşu kadınların yanında bir şey demese de öyle bir bakıyor ki, annem ne yapacağını şaşırıyor yeminle. Oh canıma değsin.

“Şu gelen babam mı?” Nasıl da birden dağıldılar çil yavrusu gibi. Bunu arada bir kullanayım bari. Babam işte, gölgesi yetiyor. Rahat bırakın beni azıcık. Düşüncelerimi duymama izin verin. Sanki her akşam buraya sizi dinlemeye çıkıyorum.

Benim bir hayalim var ama kimse ile paylaşamam. Hem bu güneş görmemiş hayalsizlerle ne paylaşılır ki?

Beklerim her akşam seni. O nedenle çıkarım akşamları kapı önüne. Yüreğim bu sokak arası gibi hep karalıkken sokağın başında seni her gördüğümde yüzüm güler, gönlüm aydınlanır.

Bu sokaktan değilsin. Olsan bilirdim. Nereden gelir nereye gidersin? Her akşam bu sokaktan seni geçiren nedir?

İşe mi gidersin?

Git hayırlı işlerin olsun.

Yarın akşam yine seni tam burada bekleyeceğim.

İnsan hiç tanımadığı birini böyle bekler mi? Ben beklerim.

Sokakta yürüdüğün yer sanki aydınlanıyor da sonra sen geçip gittikten sonra tekrar karanlığa boğuluyor.

Kafanı neden bir kere olsun bana çevirmedin? Neden bir kez olsun „iyi akşamlar“ demedin bunca zamandır? Utandığından mı yoksa beni hiç fark etmediğinden mi?“

Fark etmedim seni deme sakın. Üzülürüm.

Hani güneş doğduktan sonra batana kadar onu takip eden büyük sarı çiçekler var ya, Günebakan çiçekleri, işte onlar gibiyim sayende. Kurumuş çınar yaprağı gibi olmaktan korkarım.