Ak Demirci

Ateşin ışığında yüzleri bir görünüyor bir kayboluyordu. Odunlar ateşe yenilip kül olurken peşinden bir başkası közlenmekte olan ateşin içine atılınca odun ile ateş arasında ki mücadele yeniden başlıyordu.

“Ben aslında basit bir demirciydim Artık Han” dedi Dağın Efendisi. “Obamdaki demir işlerini yapardım. Dört bir yanı dağlarla çevrili bir vadide yaşardık. Atalarımız oraya nasıl geldi bilmezdik ama oraya sığmaz hale geldiğimizdendir ki bir çıkış arar da bir türlü bulamazdık. Aradık, yıllar aynı bu ateşin odunları yiyip bitirdiği gibi geçip giderken çıkışı bulamadık. Tüm umutlarımız yok olup gitmişken ve bazı boylar Hakanımıza başkaldırmaya başlamışken çıkışını bulamadığımız obamıza iki şaman ile bir Bozkurt ve bir de beyaz kedi geldi. Şaşkınlığımızı atamamışken bizi çıkarmaya geldiklerini söylediler. Hepimiz sevindik. Vadinin etrafındaki dağların demir cevheri ile dolu olduğunu ve bu cevheri eriterek yol yapmak istediklerini söylediklerinde ise içimizden bazıları güldü. Şamanlar obadan ayrılıp dağı eritmeye giderlerken beni yanlarında götürmek istediklerinde Hakanımız uygun gördüğünden onlarla birlikte gittim.” Durdu. Dağın Efendisi, hatırlamadığından değil ama verdiği sözden dönmeden ne kadarını anlatabilirdi onu düşünüyordu.

“Orada yaşadıklarımı sana tam olarak anlatamasam da buraya geliş sebebim olduğu için bazı detaylar verebilirim. Demir cevheri her yerde olmasına rağmen iki şamandan biri özellikle bir noktayı delmek istedi. Onunda sebebini sonradan anlattı. Dağın içinde bambaşka bir maden olduğunu ve bununla bazı özel silahların yapılması gerektiğini söyledi. Silahlar ne için gerekli onu da söylediler ama sana bunu söylemem doğru olmaz.” Artık Han sadece başını salladı. “Sonra, Kıtay Han çıkıp geldi. Bana önce bir ocak onunda içine bir ateş bahşetti. Kendi Ocaklarında yanan kadar gür bir ateş. Ardından kendi gücünün bir kırıntısını verdi. Çıkan cevheri şekillendirebilmem için hem onun ocağına hem de gücüne ihtiyacım olduğunu ekledi.

Maden çıkarılıp önüme koyulduğunda hangi silahları yapmam söylendiyse de nasıl olmaları gerektiği söylenmedi. Gözlerimi kapattığımda ne yapmam gerektiğini gördüm. Ateşin gücüne dayanamayıp katı halini koruyamayan maden eriyip şekillenebilir hale geldiğinde elimle alıp çekicimle dövmeye başladım. Bir tek çekicim bana aitti. Kullandığım örs bile Kıtay Han’ın hediyesiydi. Günlerce yemeden ve içmeden; dinlenmeden ve uyumadan eriyen madeni dövüp tavladım. Silahları şekillendirdiğim sırada, kıvılcımlar beni yakmadan etrafımda ateş böcekleri gibi uçuşurken hayaller gördüm. Kimi silahlar ile ilgili kimi gelecek ile ilgili. Kıtay Han’ın tanrı özü içimde alev alev yanarken bedenim eriyip kül oldu. Günler yıllar gibi aktı gitti. Yaşlandım. Bu hale geldim.

Yüzüme baktığında gördüğün çizgiler yaşamadığım yılların çizgileridir Artık Han. Başlangıçta Kıtay Han’ın güçlerini geçici bir süre için almıştım. Ölümün hemen beni alıp götüreceğini düşünüyordum. Ancak silahlar hazır olduktan sonra Demirciler Tanrısı gücünü geri almak istemedi. Bana “Ak Demirci” diye ad koyansa bu tanrısal gücün bende kalabilmesi için bağlayıcı bir büyü yaptı.

Erlik Han’ın Mekanı

Doymadım Nehri yeraltı krallığındaki dokuz gözyaşı nehrinin birleşmesinden oluşan kara bir nehirdir. Hangi yoldan gelirseniz gelin Erlik’in sarayına ulaşmak istiyorsanız belli bir noktadan sonra sadece ve sadece tek bir yol vardır ve bu nehir üzerindeki at kılından yapılma asma köprü karşıdan karşıya geçmenin tek yoludur. Saray Yolu üzerinde Erlik Han’ın izin verdikleri rahatça yürürken davetsiz gelen misafirleri pııudak denilen engeller bekler. Aslında asma köprünün kendisi de başlı başına bir tuzaktır. İzinsiz ayak basıp da geçebilen görülmüş duyulmuş değildir. Yeraltı krallığına davetsiz gelenler gibi gelip de kaçmak isteyen ruhlar da bu köprüden ileri gidemezler. Doymadım nehrine düşen zavallıları Yutpalar beklemektedirler. Erlik Hanın bekçileri olan Yutpalar dev bir kayığa benzeyen ağızlarını açarak gözyaşı nehrine düşen bu kaçakları yutarlar.

Zülümkar yanındakilerle birlikte köprüden geçip Erlik Hanın sarayına gelirken “acaba ne zaman köprüden düşüp Yutpalara yem olacağım” diye düşündü. Kıyıya varıp sanki ciğerlerinin nefes almaya ihtiyacı varmış gibi derin bir nefes alıp verdikten sonra bin köşeli sarayın kapısına geldi. Yaşarken ağza alınamayacak kadar kötü suçlar işlemiş ruhların birleşiminden oluşan büyük çift kanatlı kapının yanına geldiklerinde onlarca ruh hep birlikte sessiz acı çığlıklar atıp sanki Zulümkar ve Mezar Taşları isteseler bile onlara yardım edebileceklermiş gibi ellerini onlara uzatsalar da umursamadan kapıdan içeri girdiler.