Sahaflar Çarşısı içindeki kalabalığı aralayarak, elinden geldiğince kimseyi rahatsız etmeden ama gitmesi gereken yere geç kaldığını bilerek bir o kadar da acele etmeye çalışan genç kız; yine tezgâh önünde elindeki bir kitabı inceleyen adama çarparak ilerlemeyi devam etti. Bir yandan yürürken arkasını dönerek özür dilemeyi ihmal etmedi. Bu onun bir başkasına çarpmasına neden oldu.
Kırmızı yuvarlak camlı güneş gözlüklerinin ardında ki gözleri bıkkınlıkla saatine baktı. “Offf çok geç kaldım” dedi ve yine hızlı hızlı ve kalabalığı yararak ilerlemeye başladı. “Pardon… Pardon… İzin verir misiniz?…”
Omzunda çaprazlama asılı Postacı Çantası denen çantalardan vardı. Sağ kolunun altına onu da sıkıştırmıştı. Ezbere bildiği ara sokaklardan ilerleyerek gelmesi gereken Sahafa ulaştı. Hemen içeri girdi. İçerdekilere “Merhaba, Kolay Gelsin” diyerek el salladı. Onlarda ona el salladılar. “Dede sensiz başlamadı” dedi arkasından biri. Kız duyduysa bile cevap vermedi.
Dükkanın arkasına geçip helezon şeklindeki dar merdivenden aşağı indi. Her yer – merdivenler dâhil, kitap doluydu. Eski kitap kokusu her yerdeydi. Alt katta da duvarlardaki raflarda kitaplar vardı. Raflara sığmayan kitaplar yerde üst üste istiflenmişti. Alt katın ortasında bir alanda beş ahşap sandalyeden bir U çizilmişti. Bunların karşısında ise tek bir sandalye duruyordu. Üç sandalye boştu. Her zaman oturduğu sandalyeye yöneldi. Sağındaki sandalye de boştu. O, bugün gelemeyecekti. Diğer boş olan sandalyeye anlamlı anlamlı baktı. O sandalyenin sahibi de kız gibi bu günleri asla kaçırmazdı. Ne olmuştu acaba. “Yine burnunu neye soktu acaba?” diyerek çıkınca onu aramak için aklına not düştü.
Gözlüğünü çıkarıp çantasına koyduktan sonra onu da alıp sandalyenin arkasına bıraktı.
“Nerede kaldın?” diye sordu sol yanındaki arkadaşı. ”Sen gelmeden başlamadı”
Kız gülümsedi. “Profesör Yerden Bitmenin dersi uzatası tuttu.” dedi kız bıkkınlıkla. Boş sandalyeyi işaret ederek “Sayın Araştırmacı Gazetecimiz gelmemiş” dedi. Sonra da “neyse neyse Dede geliyor. Sonra konuşuruz” dedi. Odaya arka taraftan elinde bastonu ile yaşlı bir adam yavaş yavaş geldi. Sandalyeye oturdu. Bastonunu önüne alıp sağ elini bastonun sapını tuttuğu sol elinin üstüne koydu. Tek tek herkesin gözlerine baktı bakmasına ama yüzlerine bakmıyordu sanki yaşlı adam. İçlerine bakıyordu. Ondan saklayabilecekleri bir şey yokmuş gibi çaresiz hissettilerse de bir yürek atışı sonrasında o his geçip gitti. Adam dosttu. Ondan zarar gelemezdi. Herkes bunu yüreğinin en derinlerinde hissedebiliyordu.
Yaşlı Adamın sağında ilk sandalyede oturan Dağhan Dora idi.
“Varol yiğidim”
“Diyen Sağolsun Dede”
“Nasılsın Oğul, iyi misin? Bize anlatacağın var mıdır?”
“İyiyim Dedem. Size anlatacağım bir şey yoktur”
Dağhan’ın yanındaki sandalyede Dila Demirhan oturuyordu.
“Varol yiğidim”
“Diyen Sağolsun Dede”
“Nasılsın Kızım, iyi misin? Bize anlatacağın var mıdır?”
“İyiyim Dedem. Benim de size anlatacağım bir şey yoktur”
Sıra kıza geldi. Onun da adı Asya Güneşoğlu idi. Hemen yanındaki boş sandalyede de normalde ikiz kardeşi Aybars Güneşoğlu otururdu. Ama bugün gelememişti.
“Varol yiğidim”
“Diyen Sağolsun Dedem”
“Nasılsın Kızım, iyi misin? Bize anlatacağın var mıdır?”
“İyiyim Dedem. Benim de size anlatacağım bir şey yoktur. Ancak kardeşim maalesef gelemeyecek.”
“Kabuslar mı?”
“Evet dede. Maalesef devam ediyor. Dün geceki şimdiye kadarkilerin en kötüsüydü. Uyandırabildiğimde ter içindeydi. Sadece “O yaşıyor” dedi. “Kim, Aybars? Kim yaşıyor?” dedimse de cevap vermedi. Yorganı başının üstüne çekti. “Beni yalnız bırak” dedi.
“Demek O yaşıyor” dedi boş olan diğer sandalyeye anlamlı anlamlı bakarak. “İlbey’de yok ortalarda” diyebildi bir süre sonra.
“Hepiniz hoş gelmişsiniz. Sefa getirmişsiniz.” Her zaman aynı şekilde başlardı hikaye anlatmaya. Derin bir nefes alarak bastonunu iki kez yere vurdu. “Bana Gezer Ata derler. Tıpkı dedeme ve onun dedesine dendiği gibi. Tıpkı dedelerimin de dedeleri aynı şekilde çağrıldığı gibi.”
“Bugün burada size bir hikaye anlatacağım. Benzerlerini daha önce de duyduğunuz bir hikaye. Ama gerçek olanı. Sizin duymuş olduklarınız çağlar önce değişti, değiştirildi. Gerçeği bilenler, onu dillendirenler yok edildi. Burada duyduklarınız ise dedemden dedeme ondan dedesine derken ta bugüne, bana kadar geldi. Her bir hikayeyi doğru bir şekilde öğrenip anlatana kadar tekrarlatıldı.”
Bir varmış bir yokmuş
Önce var edilen sonradan yok edilmiş
Yok eden onu yaratanlardan başkası değilmiş
Zaman atalarımızın bizlere anlattıklarının unutulduğu
Tanrıların insanlarla birlikte aynı yollarda yürüdüğü
Onların birlikteliklerini, sevgi ve aşklarını kıskandıkları
Onlara oyunlar oynadıkları zamanlarmış
(devamını okumak için lütfen tıklayın)
“O Yaşıyor… 2. Bölüm” için bir yanıt