O Yaşıyor… 19. Bölüm

Aybars ile Ozan Ata daha Dumrul’u ziyarete gitmemişlerdi. Ne yapacaklarını ve planlarının ne olması gerektiği ile ilgili olarak konuşuyorlardı.

“Dumrul’u ziyarete Ozan ile birlikte sadece aranızdan bir kişi gitmeli çocuklar” dedi Gezer Ata.

“Neden hepimiz gitmiyoruz ki Gezer Ata?”

Asya’nın sorusuna Aybars cevap verdi “Elbette ki tüm gücümüzü ona göstermemek için, değil mi?”

“Evet öyle”

“Peki sonra ne olacak?”

“Sonra bize saldıracağı zaman onu durduracağız.”

“Gezer Ata izin verirseniz ben gitmek istiyorum.” dedi Aybars

Kafasını sallayan Gezer Ata “Bence uygundur oğul” dedi.

*

“Çocuklara söylesek mi?”

“Hayır Ozan, söylemeyeceğiz. Sen ve Aybars onu ziyarete gittikten sonra Dumrul harekete geçecek. Plan yapmadan sadece yok etmek için saldıracak.”

“Emin misin?”

“Evet kesinlikle eminim. Aybars’ın da ruhunu biran önce almak isteyecek. Anlıyor musun?”

Tekrar sordu “Emin misin?”

“Evet eminim. Çünkü o Deli. Planımıza sadık kalalım. Onu ziyaret ettikten sonra seninle Çağa Çiri’nin Kapılarına gideceğiz Ozan. Sonra da Dumrul’un saldırısını bekleyeceğiz. Gittiğinde Dumrul’a selamımı söyle ve deki…”

*

Dumrul’un kılıcı Aybars’ın üzerine inerken havayı yaran bir okun sesi duyuldu. Ok Dumrul’un kılıcı tutan elinin bileğini delip geçti. Şaşkınlıkla bağırarak kılıcını düşüren Dumrul sol eli ile bileğini tutarak etrafa baktı. “Buda ne? Kimsin sen?” diye sordu.

Aybars hemen geri geri giderek ayağa kalktı. Sis duvarının içinden önce Dila sonra Asya ve Dağhan çıktı. Aybars silahları ellerinde onların yanına geçti. Soru sorar bakışlarını gören Asya “Gezer Ata, seni Ozan Ata ile birlikte onun yanına gönderdiğinde, Dumrul’un saldıracağını zaten tahmin etmiş. Onun düşünemediği şey ise Deli’nin bu kadar hızlı harekete geçmesiymiş. Seni onlar götürdükten sonra yanımıza geldiler ve bizi buraya gönderdiler.”

“Tam zamanında geldiniz.” dedi gülümseyerek.

“Hahaha demek beş kişiydiniz. Ama bu9 imkânsız.” dedi bileğini tutarak. Sonra okun ucunu kırıp attı. Diğer kalan parçayı da çekip çıkardı. O kılıcını yerden alırken çocuklar etrafını çevirmeye başladılar. Nacaklar, Palalar, Kılıç ve Bıçak Dumrul’un etrafında dönmeye başladı.

“Beş ruh adayacağım Tamağın Kapılarına” dedi ve yaralı bileği ile saldırdı. Saldırı Nacaklar tarafından durduruldu. Dumrul öyle pozisyon alıyordu ki hep karşısına bir kişi geçebiliyordu. Nacaklar’dan sonra kılıç ve bıçağı ile Asya geçti karşısına. Bacağına aldığı küçük bir çizik dışında zarar verememişlerdi henüz. Dila ise arkadaşlarına zarar verebilir korkusu ile ok atamıyordu. Bir boşluk yakaladığı anda göndermek üzere yay gerili olarak elinde duruyordu.

Her şey bir anda oldu. Dağhan Nacağının arka tarafındaki sivri kısmı Dumrul’un baldırına sapladı. Asya kılıcı sol kürek kemiğine sapladı. Ozan palaları ile göğsünde büyük bir çarpı işareti yaptı. Dila ise o çarpının tam ortasına bir ok gönderdi.

Dumrul dizlerinin üstüne acıyla düştü. Küçük Kardeş elinden kayıp gitti. Karagözlüm yanına geldi. Sanki o da acı çekiyordu.

Sisin içinden önce bir saz sesi geldi. Neşeli değildi. Tamağın Uşağı olsa dahi büyük bir savaşçı göçüp gidiyordu ve ardından bir ağıt yakılmalıydı. Sonra elinde asası ile Gezer Ata göründü.

Çocuklar kenara çekilince, açılan boşluktan Dumrul’un önüne geldi.

“Gezer Ata… İhtiyar… Geldin demek…”

“Geldim Dumrul. Verdiğim sözü tutmaya geldim. Bizler verdiğimiz sözlerin hep ardında durmadık mı Dumrul.”

“Durduk ihtiyar. Durduk.”

Asasını tutmak için kullandığı boğum kısmını çektiğinde bir hançer çıktı. Parlıyordu. Öyle ki çocuklar gözlerini kısmak zorunda kaldılar bir an.

Gezer Ata Dumrul’un önünde diz çöktü. “Umay’ın Eli taşlaşmış yüreğini yumuşatsın Deli” dedi ve hançeri Dumrul’un kalbine sapladı.

Kalbine giren hançerin acısı ile derin bir nefes aldı. Arkasında Karagözlüm yıkıldı.

Gezer Ata hançeri çekip çıkardı. Kalp tekrar atmaya başlamıştı. Dumrul artık Tamağın Uşağı değildi.

Ağzından İlbey’in Ruhu çıktı. Bir an çocuklara bakıp gülümsedi ruh ve sonra yok olup gitmişti.

Elini kimsenin görmediği birine ulaşmak ister gibi havaya kaldırdı “Balca” dedi.

“Evet Dumrul, Balca. Seni hala o kadar çok seviyor ki… Yanına gitmen için seni bekliyor…”

Eli yere düştü. Ölmüştü.

Sazın sesi kesildi.

*

Tamağın Kapılarında bir öfke patlaması yaşanıyordu.

“Beş kişilermiş Erlik Han” dedi Aldaçı Han. Kapının ardında Tamağın derinliklerindeki bin köşeli evindeki salonunda attığı çığlık Tamağın tüm yaratıklarının korku ile sinmelerine sebep olmuştu.

“Deli” diyerek haykırınca Erlik Han sadece Tamağ sarsılmamıştı. Kapının olduğu mağara geçidi de sarsılmış hatta birkaç tane dikit yerinden kopup yere düşerek parçalanmıştı. Ölüm Tanrısı, karşısında sadece bir görüntü olmasına rağmen Erlik Han’dan çekiniyordu.

“Beştiler ama dört kaldılar Aldaçı Han. O ölenin ruhu da bizim hiçbir içimize yaramadı. Kalan dördünün ruhunu istiyorum. Beni anlıyor musun?

“Evet efendimiz. O nedenle bu işi halletmesi için Bürçe Alpagut’u İstanbul’a tekrar çağırmak istiyorum.”

“Evet evet Bürçe iyi bir fikir. Çağır hemen gelsin. Geldiği gibi de buraya getir.

“Nasıl isterseniz efendim.”

Görüntü Kapının ardına geçerek kayboldu. Aldaçı Han Kapının önünde yalnız başına bir süre kaldıktan sonra karanlığın içinde kayboldu. Yapacak işleri vardı.

*

Sahaflar çarşısında bir dükkânın altında dört genç “U” şeklinde oturmuşlar tam karşılarına da yaşlı adamı almışlardı.

“Hepiniz hoş gelmişsiniz. Sefa getirmişsiniz.” Her zaman aynı şekilde başlardı hikâye anlatmaya. Derin bir nefes alarak bastonunu iki kez yere vurdu. “Bana Gezer Ata derler. Tıpkı dedeme ve onun dedesine dendiği gibi. Tıpkı dedelerimin de dedeleri aynı şekilde çağrıldığı gibi.”

“Bugün burada size bir hikâye anlatacağım. Benzerlerini daha önce de duyduğunuz bir hikâye. Ama gerçek olanı. Sizin duymuş olduklarınız çağlar önce değişti, değiştirildi. Gerçeği bilenler, onu dillendirenler yok edildi. Burada duyduklarınız ise dedemden dedeme ondan dedesine derken ta bugüne, bana kadar geldi. Her bir hikâyeyi doğru bir şekilde öğrenip anlatana kadar tekrarlatıldı.”

Bir varmış bir yokmuş

Önce var edilen sonradan yok edilmiş

Yok eden onu yaratanlardan başkası değilmiş

Zaman atalarımızın bizlere anlattıklarının unutulduğu

Tanrıların insanlarla birlikte aynı yollarda yürüdüğü

Onların birlikteliklerini, sevgi ve aşklarını kıskandıkları

Onlara oyunlar oynadıkları zamanlarmış

Bir kız çocuğu varmış. Kıza Bürçe yani Kurt Yavrusu derlermiş…

Bitti

O Yaşıyor… 5. Bölüm

Asya, kardeşini alıp bir sandalyeye oturttu. Dila ise ona bir bardak su getirdi. Suyu alıp bir dikişte bitirdi.

“Kâbuslar mı oğul?” dedi Dede en sonunda.

“Gördüğüm şey kâbus değildi dede. Uyumadığım halde gördüğüm rüyalara benziyordu. Seni gördüğüm ya da Dağhan’ı, Dila’yı ya da İlbey’i gördüğüm rüyalar gibiydi. Yani gerçekti dede, gerçekti. O rüyalardan sonra seni ve diğerlerini buldum değil mi? Hepsini alıp buraya getirmedim mi?”

“Tamam oğul tamam. Önce sakin ol ve ne gördüğünü anlat olur mu?”

Asya kardeşinin yanındaki sandalyeye oturmuş onun kafasını okşarken “Neler oluyor Aybars, anlat bana, anlat bize kardeşim” dedi.

“İlbey öldü” dedi. Sondan başlamıştı.

“Ne, yok artık, İlbey öldü mü?” üç ağızdan ayı anda üç farklı şaşkınlık ifadesi çıkmıştı. Dede sessizce Aybars’a bakmaya devam ediyordu.

“Sabah Boğaziçi Köprüsünde öldürüldü o” diye devam etti.

Dila ve Dağhan çoktan telefonlarına sarılmış ve internetten sabah ki haberlere bakmaya başlamışlardı. “Neler oluyor dede?” diye sordu Aybars sessizce karşısında duran adama. “Neler oluyor dede? Ben seni neden buldum? Diğerlerini neden buraya getirdim? Biz buraya neden geldik dede? Aylar önce sen sanki her şey güzel bir tesadüfmüş gibi davrandın ve bizi buraya davet ettin. Ama sana gelmemiz şans değildi, değil mi? Ne olur bir şeyler söyle? ”

Çocuk Gezer Ataya sorular sormaya devam edecekti, ancak Dila’nın kısa kesilen bir çığlığı ile soruları yarım kaldı. Gözler ona dönse de “Hayır olamaz” demekten başka bir şey söyleyemedi.

Dağhan da haberi bulmuştu. Okumaya başladı: “Sabah erken saatlerde Boğaziçi Köprüsünde gerçekleşen trafik kazasında Araştırmacı Gazetesi İlbey Bulut hayatını kaybetmiştir.” Gözleri ile alt kattaki herkese baktı. Heyecandan ve telaştan nefes almadığını fark etti. Derin bir nefes alarak devam etti. “İlbey Bulut, henüz sebebi hakkında araştırmalar devam etmekle birlikte, yaya olarak köprü trafiğine çıkınca, karşı yönden gelen kamyonun kendisine çarpması ile olay yerinde hayatını kaybetmiştir. Araç şoförünün ifadesine göre ise; İlbey Bulut yolda aniden ortaya çıkmıştır.”

“Kaza o şekilde olmadı değil mi?” Gezer Dede soruyu Aybars’a sormuştu. Çocuk kafasını hayır manasında sağa sola sallamakla yetindi.

“Nasıl oldu?”

Aybars, İlbey’in ölümünü ve sonrasında bedeninden çıkan ruhun yakalanarak yutulmasına kadar ki tüm detayı herkese bir solukta anlattı.

“O kim dede? Köprüdeki atlı kim” soruyu soran Asya idi.

Gezer Dedenin cevaplamasına fırsat vermeden Aybars konuştu “O Deli Dumruldu. Deli Dumrul yaşıyor.” Kardeşine korku dolu gözlerle baktı. Sonra gözleri dedeye kaydı “O Deli Dumrul’du değil mi dede?”

“Yok artık, daha neler” diyerek sırıttı Dağhan. Sırıtışı mecburiyettendi. Hani bir şeyin içten içe gerçek olduğunu bilirsiniz ama korkunuzdan olmamasını dilersiniz de alaylı bir şekilde bunu inkar ederek karşınızdakilerin de o şeyin gerçek olmadığına inanmalarını istersiniz ya. İşte sırıtışı bundandı.

“Anlatılan hikayeler her zaman hayal ürünü olmak zorunda değil Dağhan. Sizlere anlattığım her hikayenin en başında ne diyorum, hatırlıyor musun?”

“Elbette hatırlıyorum dede. ‘Bugün burada size bir hikaye anlatacağım. Benzerlerini daha önce de duyduğunuz bir hikaye. Ama gerçek olanı. Sizin duymuş olduklarınız çağlar önce değişti, değiştirildi…’ dersin”

“Sizce masallarda anlatılan devler, periler, cinler gerçek değil mi? Peki UluAtlar? Ya, Şahmarana ne dersiniz?

“Yapma Dede” diye konuşmaya başlayan Dilaydı. Hadi ama Devler mi? Cinler, periler mi? Ne yani devler…” konuşmasını dedenin gözlerinin içine baktığında sonlandırdı.

“Hepsi gerçek öyle mi?” dedi Asya

“Evet, bunların hepsi gerçektir çocuklar.” dedi Dede.

“Peki neredeler dede?” Dila ve Dağhan aynı anda sormuşlardı.

“ Her yerdeler çocuklar her yerde. Ama ne onlar herkese gözükür ne de sizler onları görebilirsiniz”

“Siz derken ne demek istedin dede? Ne yani sen görebiliyor musun?”

Sessizlik Aybars’ın sorusunun net cevabıydı.

“Hadi lütfen oturun. Bugün anlatmaya başladığım masala sonra döneceğim. Çünkü o hikayenin gerçek olanını bilmeniz çok ama çok önemli. Çocukluğunuzdan beri hep yanlış ve çarptırılarak değiştirilmişini dinlediniz.”

“ Eski zamanlarda insanlar buraları ile görmezlerdi, buraları ile bakarlardı çocuklar” diyerek önce işaret parmağı ile kafasını göstermiş sonra ise kabini göstermişti.

“Görmek için beyin yeterlidir; ancak bakmak için kalp gerekir. Bakabildiğin zaman ise artık gölge yoktur ya da karanlık; yalan ya da sahtecilik yoktur.”

“Tıpkı senin bizlere her seferinde baktığın gibi değil mi?”

“Evet kızım” diye cevap verdi dede Asya’nın sorduğu soruya cevap olarak.

“Her şey kalp ile başlar, güç kalptedir.”

“Dede, ben anlamıyorum. Bu anlattıklarının İlbey ile ne alakası var?”

“Anlattıklarımın hepsinin İlbey ile alakası var Dila. Çünkü o kalbi ile bakmayı öğrendi. Öğrendiğinde keşfettiği bir gerçeği tüm dünya ile paylaşmak istedi.”

“Deli Dumrul” dedi Aybars.

“Evet, onun yaşadığını ve yaptıklarını göstermek için çabaladıkça Deli engel olmak istedi. İlbey ise inatçıydı. Reddetti. Ve bugünkü kaza oldu.”

“Onun öldüğünü sen daha biz buraya gelmeden önce biliyordun” dedi şaşkınlıkla Asya.

Sessizlik.

“ Bugün Deli Dumrul’un hikayesini anlatman da tesadüf değildi, değil mi?” bu soruyu soran da Asya idi.

Yine sessizlik.

(devamını okumak için lütfen tıklayınız)