Dumrul kendine geldiğinde Tahta Köprünün ortasında boylu boyunca yatıyordu. Karagözlüm başında burnu ile onu dürtüyordu. “Ne oldu bana Karagözlüm? Her halde düşüp bayıldım. Rüyam da Erlik Hanı gördüm. Düşünebiliyor musun?” diyerek atın kafasını okşadı. Ama bir yanı bunun rüya olmadığını biliyordu. Karnındaki acıyı nasılda hissetmişti. Hemen karnını açtı. Belli belirsiz siyah bir nokta vardı. “Haydi, Balca’nın yanına gidelim.” O akşam Balca ile vakit geçirip evine döndü. Pek keyfi olmadığından dolayı erkenden odasına çekildi. Gece doğru düzgün uyuyamadı. Uyuduğunda ise Erlik Han ona sürekli üç güneş doğumu göreceğini söylüyordu. Sabah erkenden kalktı. Kalkar kalkmaz karnına baktı. Siyah nokta daha da büyümüştü. Başparmağı kadardı şimdi. “Demek gerçekti. Erlik Han da gerçekti. Üç güneş doğumu göreceğim de…” Hemen evden çıktı. Tahta Köprünün başında yolcu beklerken karnına bir sancı saplandı. Karagözlümün üstünde zor durdu. Birkaç yürek atımı acı devam etmişti ama o bile yetmişti. Balca ile buluştukları Subaşına gelip elini yüzünü yıkadı ve kendine geldi. Bu defa da Balcayı o beklemeye karar verdi. Kendisini iyi hissetmediğini bahane ederek sevdiğinin yanından erkenden ayrıldı. Ardında onu merak eden bir çift göz bırakmıştı. Ertesi sabah siyah nokta bir el büyüklüğüne ulaşmıştı ve sancı artık sürekliydi. Yine erkenden evden ayrıldı. Tahta Köprüye gitmedi. Bu haldeyken ihtiyar bir nine bile onun hakkından gelebilirdi. “En sevdiğinin yüreğini getir” demişti Erlik Han. ”Ben Balca’yı da severim, Anamı da severim Atamı da severim. Hepsinin yeri ayrıdır ama severim işte” diye bütün gün kendi kendine konuşup durdu. O akşam ne Balca ile görüşmeye gitti ne de evine gitti. Orman içinde kendisine bir yer yapmıştı. Silahlarını bırakmak için yapmıştı burayı ama o gece buradan iyi yer bulamazdı. Zaten gözüne uyku girmiyordu. Sancının şiddeti gittikçe artıyordu ve siyah leke şu anda vücudunun ön kısmını kaplamıştı. Sabah üçüncü güne acılar içinde uyandı. Leke sırtına da yayılmıştı ve dayanılacak gibi değildi çektiği ıstırap. Anama gideyim önce diye düşündü. Hemen Karagözlüm’ e bindi ve olabildiğince hızlı evine vardı. “Ana, ana neredesin diye seslendi.” “Buradayım oğul ne oldu sana“ dedi anası. Atından inen Dumrul acıyla anasının ayaklarına kapandı “Anam, canım anam hastayım ölüyorum. Hastalığının bir çaresi vardır o da en sevdiğinin yüreğidir dediler. Bana yüreğini verir misin ana?” diye acılar içinde sordu. “Ah oğul vah oğul, sen benim en kıymetlimsin ama canım ondan da kıymetlidir. Veremem. Yapamam” dedi. Dumrul kıvrana kıvrana tarla da çalışan babasına gitti. Babası onu öyle görünce işini bırakıp yanına koştu. “Atam, canım atam hastayım ölüyorum. Hastalığının bir çaresi vardır o da en sevdiğinin yüreğidir dediler. Bana yüreğini verir misin babam?” “Ah oğul vah oğul, sen benim en kıymetlimsin ama canım ondan da kıymetlidir. Veremem. Yapamam” dedi. Kalktı, düştü, yürüdü Karagözlüme varınca onun kulağına fısıldadı “Beni Balca’ya götür.” Ata bindiği zaman kendinden geçse de at onu sarsmadan, düşürmeden Balcasına ulaştırdı. Kız onu Subaşında bekliyordu. Güneş batmak üzereydi. Kızın dizlerine uzandı. “Ne oldu sana yiğidim” diye sordu. Sevdiği kollarında kıvranıyordu. “Ah Balcam, canım Balcam hastayım ölüyorum. Hastalığımın bir dermanı vardır dediler. Anama gittim vermedi, babama gittim vermedi. Son çarem sendedir. Balcam iyileşmem için bana yüreğini verir misin?” “Dumrulum, Deli Dumrulum elbette ki veririm. Bu yürek sensiz zaten atmaz. Al çıkar yüreğimi şayet iyileşeceksen” dedi. Adam acılar içinde dizlerinin üstüne kalktı. Kız öylece kapatmış gözlerini duruyordu. Bir an, sadece bir an Balca yerine kendisinin ölmesinin daha doğru olacağını düşündü. O an geçince bıçağını çıkardığı gibi sapladı onu seven kıza. Balca’nın ağzından tek bir ses dahi çıkmadı “Dumrul’dan” başka. Kızın yüreğini eline alıp “Erlik Han” diye bağırınca Aldaçı Han yanında beliri verdi. Onu aldığı gibi Tamağın Kapılarına götürdü. Erlik Han onları bekliyordu. “Al işte getirdim” dedi elindeki hala kıpırdayan yüreği Erlik Hana uzatarak. Tanrı kahkahalarla gülmeye başladı. Dumrul şaşkınlıkla bakarken elindeki kalbin üzerinde elini gezdirdi. Dumrul’a dokunamayan eller kalbi aldı. “Ah, ne kadar da güzel” dedi gözlerini kapatmış anın tadını çıkarıyordu. O kadar huşu içindeydi ki konuşurken dilini damağına vurarak şaklatıyordu. Balca’nın yüreği Erlik Hanın elinde kararmaya başladı. Sonrasında ise kuruyup döküldü. “Dumrul, şimdi söyle bana en sevdiğinin yüreğini mi bana adadın?” “Evet, ona sorarak, onun rızasını alarak aldım hatta. Tıpkı senin söylediğin gibi” dedi. “Yani acılarını dindirip, sonsuz yaşamı sana vermeliyim öyle mi?” “Evet, evet aynen söylediğini yaptım.” “Peki, bu dünyada en sevdiğin gerçekten o muydu Dumrul? Söyle bana” Erlik Han acı içinde kıvranmaktan ter içinde kalmış adamın yanağının üzerinden elini geçirdi. Bir kedinin fare ile oynaması gibi oynuyordu ve bundan büyük bir mutluluk duyuyordu. “Evet evet en sevdiğim Balcaydı. Lütfen iyileştir beni.” “Hayır, Dumrul bana gerçeği söylemeden seni iyileştirmeyeceğim. Çok kısa süren kaldığını da söylemeliyim sevgili evladım. Bana gerçeği söylemen için çok kısa süren kaldı.” “Hangi gerçeği Erlik Han, sen neden bahsediyorsun” diye sordu acılar içinde Dumrul “Bu dünyada en sevdiğin kişi kendin değil misin? Sevgili oğlum. He, hadi söyle bana” Sözcükler ağzından büyük zorlukla çıktı: “Evet evet kendimden daha fazla sevdiğim, kendimden daha fazla düşündüğüm kimse yok. Haklısın” diyebildi sonunda. “Bak gördün mü? Gerçeği söyleyebiliyormuşsun.” Aldaçı Han yanına gelip karnında siyah noktanın ilk başladığı noktaya avucunu bastırdı. Elini çektiğinde Dumrul’un vücudundaki siyah leke bir an avuçlarındaydı sonra kaybolmuştu. Acı gitmişti. Dumrul ayağa kalktı. “Evet sevgili oğlum, şimdi sana bir soru soracağım sonra her şey bitecek: Söyle bana yüreğin bana mı ait?” “Evet Erlik yüreğim senindir” Son kelime daha ağzından çıkmadan Dumrul’un üzerine atılmıştı Erlik Han. Sağ eli Dumrul’un vücudundan içeri girdi ve onun yüreğini içinden söküp çıkardı. “İşte şimdi oldu. Artık yüreğin benim Dumrul. Artık sen benimsin” dedi. Dumrul inanmaz gözlerle Erlik Hanın elinde tuttuğu yüreğine bakıyordu. Bir kere attı, sonra bir kere daha. Yürek kurudu kararıp soldu. Erlik Han tekrar elini Dumrul’un bedenine sokup yüreği oraya bıraktı. “Diz çök evladım” dedi Erlik Han. Dumrul diz çöktü. Sağ elini adamın kafasının üstüne koydu. “Bana bir söz vermeni istiyorum. Benimle birlikte tekrarla: Şuandan itibaren sonsuz yaşamımın tek bir amacı vardır. Tamağın Kapılarını ardına kadar açmak. Bunun için ya anahtarı bulacağım ya da Bakabilenler’i bulup yok edecek ve ruhlarını alacağım.” Dumrul Erlik Han söyledikçe tekrar etti. Söz bitince “Ayağa kalk Dumrul, Aldaçı Han seni yukarı çıkarsın.” Son sözünü söyleyip kapıların ardında kaybolup gitti. “Hadi gel bakalım seni yukarı çıkaralım” dedi Aldaçı Han Balca’nın cansız bedenin yanındalardı. Kız onun için boşu boşuna ölmüştü. Daha kıza saplarken en sevdiğinin o olmadığını içten içe o da biliyordu. Bir iki yürek atımı baktı ama onun yüreği artık atmıyordu. Göğüs kafesi içinde taşıdığı kara yüreği gibi olmuştu hisleri de. Yerde yatan kadına sırtını dönüp atının yanına gitti. “Karagözlüm ben yaşadığım sürece sen de yaşayacaksın” dedi ve ağzından çıkan nefesi ata üfledi. Kara sis atın ağzında kayboldu. At bir süre çırpındıktan sonra yere yığıldı. Tekrar ayağa kalktığında Karagözlüm adına layık bir at olmuştu. “Gel bakalım Karagözlüm Erlik Hana iki tanıdık can adayalım” dedi ve evin yolunu tuttu.
(devamını okumak için lütfen tıklayın)
“O Yaşıyor… 10. Bölüm” için bir yanıt