O Yaşıyor… 11. Bölüm

“Demek anne ve babasını da öldürdü?” dedi Aybars.

Gezer Ata başını evet manasında salladı.

“İyi de şimdi biz ne yapacağız şimdi?” diye soran Dila idi.

“Eğer bu anlattıkların doğruysa –ki kesinlikle doğru olduğuna inanıyorum, bizler Bakabilenler olarak onlar için tehlikeliyiz, çünkü onları görebiliyoruz. Daha doğrusu istersek görebileceğiz. Ama bizi öldürebilirlerse de mühürlü kapıyı kırabilmeleri için bir araç olacağız.”

“İyi de biz onları görsek bile bunu kime anlatabiliriz ki? Bize kimse inanmaz” dedi Dağhan

“Haklısın oğul. Bize kimse inanmaz. O nedenle bizim görevimiz gördüklerimizi herkese anlatmak değil…”

“İyi de biz ne yapabiliriz dede?”

“Onları yok edebiliriz Asya” dedi kararlı bir sesle yaşlı adam.

“Öldürmek mi? Nasıl?… Bizler sadece basit üniversite öğrencileriyiz. Bırak birini öldürmeyi geceleri beni sokup kanımı içen sivrisineği dahi öldürmekten acizim dede” dedi Aybars.

Gezer Ata düşünceliydi. “Haklısınız çocuklar… Yapamazsınız. Bununla sonra ilgileneceğiz. Şimdi sizi biri ile tanıştırmak istiyorum. İlbey ile daha önceden tanıştırdığım biri.”

“Kiminle Dede?”

“Sabır oğul sabır” dedi Dağhan’a bakarak. Ayağa kalktı, arkasını döndü ve odaya ilk geldiği yere doğru yürümeye başladı. Çocuklardan hiç biri daha önce arka tarafa geçmemişti. Meraklandılar. Hisleri sadece merak ile sınırlı değildi. Korku da vardı ki bu nedenle birbirlerine sokulmuşlardı.

Arka tarafta küçük bir koridor vardı. Bu koridorun ucunda kapısı ardına kadar açık bir giriş vardı ama içeri gözükmüyordu. Girdiklerinde dedenin bir merdivenden aşağı indiğini gördüler. Sırayla onu takip ettiler. Aşağıda Gezer Ata onları bekliyordu. Hafif bir nem kokusu vardı ama yerler kuruydu. En uzunları olan Dağhan’ın dahi rahatlıkla yürüyebileceği yükseklikte doğal bir tünele gelmişlerdi.

Bu tünel olması gerektiği gibi karanlık değildi. Hafif, doğal olmayan bir ışık sayesinde birbirlerinin yüzlerini ve önlerini görebiliyorlardı.

“Burası da neresi?”

“Sabır kızım sabır” dedi bu kez de dede önde yürüyordu ve bunu söylerken Asya’ya bakmamıştı.

Tünel onları geniş bir açıklığa getirdi. Bu genişliğin ilerisinde büyük çift kanatlı bir kapı duruyordu.

“Bu da ne?” Dağhan şaşkınlıkla sormuştu ama cevabı içten içe hepsi de biliyordu.

“Çağa Çiri’nin kapılarındayız” dedi Aybars

“Gezer Dede’nin az önce anlattığı hikâyedeki Tamağın Kaçkınlarının geçişini engelleyen kapının aynısıydı.

“Meşe ağacından on adım kalınlığında her iki tarafı da bir kol kalınlığında Bakır ile güçlendirilmiş bir kapı” dedi Asya dedenin anlattıklarından yola çıkarak. Bunu söylerken aslında Gezer Dedeye soru soruyordu.

“Evet kızım, Tamağın Kapılarının aynısı. Tıpkı sizlere anlattığım gibi…”

Hepsi huşu içinde bakır kapıya dokunuyorlardı. Gezer Ata arkalarında durmuş onları izliyordu.

Dila ellerini bakır kapıda gezdirirken desenin bir parçası gibi duran deliğe hissetti. “Mühür” dedi. Hepsi yanına geldiler.

Tam baktıkları noktadan bir siluet çıktığında ise hepsi geri geri kaçıp Gezer Ata’nın ardına saklandı.

Daha ne olabilir dedikçe başka bir şey ile karşılaşıyorlardı. Gözleri gördüğüne inanamıyor, ağızlarını kapatmak istiyor ama kapatamıyorlardı.

Mühürlü kapının ardından çıkan siluetin kim olduğunu bilmiyorlardı ama “Tüm kâinatın sahibi benim” dese kimse itiraz etmezdi. Mağrur, kendine güvenen ama bir o kadar da anaç bir duruşu vardı.

“Umay Hatun” dedi Gezer Ata. Yaşlı kemiklerinden beklenmeyecek bir çeviklikle diz çöküp baş eğip bağır vurdu.

“Çok yaşa Eski Dost” dedi kadın sözlerinde gerçek bir sevgi vardı. Tıpkı bakışları gibi. “Lütfen ayağa kalk…” Çocuklara bakmaya başladı. Dedenin arkasında durup görünmez olduklarını sanan çocuklara…

“Demek geldiniz. Hoşgeldiniz çocuklar… Ben Umay Hatun Çağa Çiri’nin başı, Işığın koruyucusu…” Yüzü birden aklına gelen ile hüzünlenmiş gibi oldu. “İlbey için çok üzgünüm çocuklar. Buraya geldiğinde beklemesini söylemiştim.”

“İlbey buraya geldi mi?”

“Evet Asya buraya geldi. Ama ben getirmedim.” dedi Gezer Ata. “ O daha sizlerle birlikte buraya gelmeden önce kendisinin özel biri olduğunu biliyordu. İçsel gücü çok güçlüydü. Çevresinde olan ama ondan başka kimsenin göremediği varlıkların farkındaydı. Uzun yıllar bunun acısını çekmiş, gördüklerini görmezden gelmenin en doğru olacağına karar vermiş ve bunu başarmış Ancak yalnızlıktan kurtulamamıştı. Sonra bir gün Aybars çıkagelmiş, onu ve sizleri alıp buraya getirmişti. Bir gün sizler gittikten sonra onu burada buldum. Dedim ya içsel gücü çok fazlaydı. Beklemesi gerektiğini, sizlerin de buraya gelmesi gerektiğini ve yine sizlerle birlikte hareket etmesi gerektiğini söyledim. Ama dinlemedi. Çok üzgünüm.”

“Biliyorum kafanızda pek çok soru var. Ama önce beni dinlemenizi istiyorum.” diye Gezer Ata’nın konuşmasına kaldığı yerden devam etti Umay Hatun.

“Tamağın Kapılarını mühürleyip kendimizi de bu kapıların ardına kapatıp Mührü bir Kişi’ye emanet ettiğimizde onların rahat edeceğini düşünmüştük. Yanılmışız çocuklar. Tamağın Kaçkınlarından bazıları yeryüzünde yürümeye devam ettiler. Nasıl, bilmiyoruz. Belki de kapıyı üzerlerine mühürlediğimizde hepsi içerde değildi. Mührü kırıp çıkmak da istemiyoruz. Denge kimse lehine dönmemeli. Bizler çıkarsak onlarda çıkarlar; onlar kapıları açmanın bir yolunu bulup açarlarsa biz de çıkarız. O zaman da aramızda çıkacak savaşın çok yıkıcı sonuçları olur. Biz bunu istemiyoruz. Ama Erlik Han bizim aksimize tam da bunu istiyor. Erlik, var gücü ile kapıyı açmaya çalışıyor. Bunun için gereken her şeyi yapmaktan da kaçınmıyor.

Tamağın Kaçkınlarının yeryüzünde yürümeleri demek onların direkt olarak Kapının mührünü bulmak için çalışmaları ya da Bakabilenleri öldürerek ruhlarını alabilmeleri manasına gelmiyor elbette. Bunun için hırslı, kibirli, fesat, kendinden başkasını düşünmeyen Kişileri kullanmak zorundalar. Onların gizli arzularını kullanarak kendilerine çekiyor ve sonra Tamağın Uşakları haline geliyorlar.

Korkularınızı hissediyorum çocuklar ve bu çok doğal. Ancak bu korku hareket etmenizi engellemesin. Şu anda varlığınızın bizler için ne kadar önemli olduğunu tahmin edemiyorsunuz. Hiçbir çağda beş daha doğrusu artık dört Bakabilen’i bir arada görmemiştik. Sizler Tamağın Kaçkınlarının yeryüzündeki yürüyüşlerini durdurabilirsiniz. Kâinatın yok oluşunu engelleyebilirsiniz.”

“Biz mi?”

“Evet sevgili kızım siz. Her birinizin içinde bunun için gerekli güç ve cesaret var. Daha en başta Gezer Ata’nın yanına gelmiş olmanız, bugün şu anda burada benim karşımda durabilmeniz bunun bir göstergesi.

Her ne kadar Gezer Ata elinden geldiğince onları engellemeye çalışsa ve bunu başarsa dahi tek başına yeterli olamıyor çocuklar. Çünkü Tamağın Uşakları’nın çevrelerinde kullanabilecekleri pek çok piyon var. Onların hırslarından faydalanarak pek çok noktada faaliyet gösterebiliyorlar. Siz Kapının Koruyucuları olarak ona destek olmalısınız.”

“Kapının Koruyucuları mı?”

“Evet Aybars, Kapının Koruyucuları. Her iki kapının da açılmasını engellemelisiniz.”

“Peki ama nasıl? En başta, bizler bu kapıları mühürleyen anahtara sahip değiliz. Onu nerede bulacağız? İkincisi de bizler Tamağın Kaçkınları ya da onların Uşakları ile nasıl mücadele edebiliriz?”

“Haklısın size iki konu da yardım gerekiyor çocuklar. Lütfen yanıma gelin?” Çocuklar Umay Hanımın karşısında tek sıra dizildiler. En başta Asya vardı.

“Bakabilmek için gördüklerini yüreğinin süzgecinden geçirmen gerekiyor. Bunu gerçekten istiyor musun?

“Evet istiyorum” dedi Asya. Umay Hanım sağ el işaret parmağını kızın sol gözüne götürdü, sonra yüreğinin üstüne dokundu. Parmağı gözden çekip kalbin üstüne koyarken gözden çıkan bir Işık İpliği parmağı takip etti. Aynı şeyi sağ gözü içinde yapıp elini yüreğinin üstüne koydu. Yine bir Işık İpliği parmağı takip etti. Son olarak kalbin üstündeki elini alıp Asya’nın alnına koydu. Gözden çıkıp kalbe gelen Işık İpliği sanki kalpte birleşip kalınlaşan iki ipliğin birleşimiydi. Kalpten çıkıp alına gelen iplik burada kaybolup gitti.

Asya’nın yanında Aybars vardı. Umay Hanım aynı soruyu ona da sordu ve aldığı cevap sonrasında aynı ritüeli gerçekleştirdi. Sonra sıra ile Dila ve Dağhan içinde yaptı.

“Artık yeryüzünde yürüyen Tamağın Kaçkınlarını ve onların Uşaklarını gerçek halleri ile görebileceksiniz. Şimdi de yardım edebileceğimiz diğer konuya gelecek olursak” diyerek Gezer Dedeye döndü. “Onu çağır gelsin”

“Sen de biliyorsun ki …”

“Senden alamayacakları yardıma da ihtiyaçları var Gezer Ata. Ona ihtiyacımız var… Ozan’ı çağır gelsin.”

(devamını okumak için lütfen tıklayınız)

 

O Yaşıyor… 11. Bölüm” için bir yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s